Türkiye’de yerel basının gelişimini cumhuriyet öncesi, cumhuriyet sonrası (1980 öncesi) ve 1980 sonrası olarak üç alt başlıkta ele almak gerekir. Bugün size cumhuriyet dönemi öncesi yerel basından bahsedeceğim.
Osmanlı’da gazetecilik faaliyetlerinin başladığı dönem, Batı’da yaşanılan gazetecilik pratiklerinden daha farklı bir sürecin ve ihtiyacın sonucu olmuştur. Avrupa’da gazeteciliğin ortaya çıkışı, tarihsel-toplumsal bir sürecin ürünü ve siyasal sisteme halkın katılımının bir sonucu olurken; Osmanlı’da devletin yapılanması içinde bürokratik mekanizma ile iletişim kurulması, onların eğitilmesi ve ilerleyen süreçte “halk”ın yaratılması için kullanılmıştır. İlk gazete olan Takvim-i Vekayi ve yerel basının kurulmasına öncülük eden vilayet gazeteleri, ihtiyaç duyulan yeni toplumsal örgütlenme biçimine uygun bir iletişim sisteminin parçası olarak tasarlanmış; hükümet bildirilerini ve kararlarını uzak vilayetlere ulaştırmak amacını asli görev olarak yerine getirmeye çalışmıştır.
Amaç üst düzey yöneticilerin yeni düzenlemeleri öğrenmelerini sağlamak olmuştur. Osmanlı’da basının Batılı anlamda işlev görmesi ve devletten bağımsız olarak ortaya çıkması ancak 1860’tan sonra olmuştur. Hatta Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma süreci, basının önemli katkılarıyla hayata geçirilmiş; basın politik olduğu kadar, kültürel alanda da özgürlüğün, demokrasinin ve açık toplum olma özleminin en büyük destekçisi olmuştur.1908 yılında 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle birlikte bu durum devam etmiş; gerek yerel gerekse ulusal gazetelerin sayısında önemli bir artış görülmüştür. Yerel ve ulusal basın, tek düzelikten kurtulmuş ve devlet baskısının çok az olduğu düşünce platformlarına dönüşmüştür.
İlk defa 1 Ocak 1865ʹte bugünkü Türkiye
sınırları içinde yayınlanan gazetelere izin alma zorunluluğu getirildiği
görülmektedir. İstanbulʹda Osmanlı uyruklular için Eğitim Bakanlığı’na, yabancı
uyruklular için Dışişleri Bakanlığına başvurarak izin alınması istenildiği
bilinmektedir. Diğer illerde, yani eyaletlerde ise başvuruların valiliklere
yapıldığı, ancak o dönemde valilerin izin verip vermeme haklarının bulunmadığı
görülmektedir.
Abdülaziz’in tahttan indirildiği dönem, basın
için geçici bir özgürlük ortamı oluşturmuşsa da “Basın Kanun Dairesinde
Serbesttir” denilerek basının kanunlar çerçevesinde özgürlüğüne müsaade
edilmiştir. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi de basının belirlenen kanunlar ve
hükümetin çizdiği çizginin dışında hareket emesine imkân vermemiştir.
Türk Basın Tarihi’nde Abdülhamit dönemi, baskılar ve yasaklar dolayısıyla basının en karanlık dönemi olarak kabul edilir. Padişahın Birinci Meşrutiyet’in ilk aylarında basınla ilgili alınmasını istediği önlemler, onun müdahaleci yapısını göstermektedir. Ayrıca 20 Eylül 1877’de yayınlanan Sıkıyönetim Nizamnamesiyle gazeteleri kapatma yetkisini eline aldığı da bilinmektedir. Abdülhamit dönemi basın için özetlenecek olursa: sansür, yasaklar, kapatmalar, gazetecilere çıkarlar sağlanması, yabancı basının satın alınması, yabancı ülkelerle haberleşmenin engellenmesi gibi başlıklar sayılabilir.
Osmanlı Devleti
tarafından görevlendirilen sansür memurlarının gazetelerin içeriklerini
değiştirmek için birçok yetkisi vardı. Devletin kurduğu baskı politikası nedeni
ile sansür memurları gazetelere giderek yanlarında herhangi bir değişiklik
yapma hakkına dair devlet yetkisine dayanan gösterebilecekleri belge olmamasına
rağmen içeriklere müdahale etmekteydi. O dönemde 3 farklı türde uygulanan
sansür tipi vardır. Bunlardan ilki Türkçe ve azınlık dilleri ile uygulanan
sansürdür. Gazetelerin yazı işleri müdürleri gazeteler baskıya çıkmadan bir gün
önce tüm haber içeriklerini Sansür Kurulu’na yolluyor, sansür kurulunda gerekli
görülen değişiklikler yapılarak içerikler yeniden gazetelere yollanmakta ve bu
şekilde baskıya çıkmasına izin verilmekteydi. İkinci sansür uygulaması yabancı
dillerde basılan veya diğer ülkelerde basılarak Osmanlı Devleti sınırları
içerisinde satılan gazetelere yönelikti. Bu gazetelerden sorumlu olan
Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü ve ortak çalışma
yürüttükleri Milli Eğitim Bakanlığı görevlileri, diğer ülkelerden satılmak
üzere gelen yabancı dildeki gazeteleri gümrükte denetlemekte, uygunsuz
görmeleri halinde devlet sınırları içerisinde sokmama hakkını elinde
bulundurmaktaydı. Üçüncü sansür uygulaması yabancı ya da yerli basım kitaplara
yönelik gerçekleşmekteydi. Döneme ait tarihi araştırmalarda saray başkatibi
Serkatibi Hazreti Şehriyari Tahsin tarafından Matbuat Müdürlüğü’ne gönderilen 9
maddelik yazılı emirde açıkça basında çıkan haberlerin tamamen devletin
çıkarları doğrultusunda olması gerektiği ifade edilmekteydi.
Meşrutiyetin ilk günlerinde İstanbul basınını temsil eden İkdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinin halk tarafından da tutulduğu görülmektedir. O günlerin aşırı özgürlük havası içerisinde baskı makinelerinin bütün gün çalıştığı, basılan gazetelerin daha matbaadayken halk tarafından kapışıldığı bilinmektedir.
31 Mart olayından
sonra 28 Nisan 1909’da Mebusan Meclisi’ne basının özgürlüğünü kısıtlayıcı yeni
bir kanun tasarısı getirildiği görülmektedir. Bu tasarı çok geniş tepkilere yol
açsa da 14 Temmuz 1909’da kabul edilmiştir. 1931 yılına kadar yürürlükte kalan
kanunun, gazete çıkarmak için önceden ruhsat alma zorunluluğunu ortadan
kaldırsa da sonrasında basın özgürlüğünü her yanıyla sınırladığı ve bir baskı
rejimine yöneldiği anlaşılmaktadır.
Günümüze kadar yayın hayatını sürdürmeyi başarmış yerel gazetelerin en eskileri ise 1895 yılında kurulan Yeni Asır ve 1918 tarihli Yeni Adana gazetesidir. Yine, Antalya (1922), Yeşilyurt (Trakya / 1925), Yeşil Giresun (1925) gibi gazeteler de mazisi oldukça eski olan yerel gazetelerdir.
Yerel basının, Türk
basın tarihine damga vurduğu yıllar ise milli mücadele dönemleridir. Anadolu
basını, Milli Mücadele yıllarında bütün bir ülkeyi örgütlemiş ve savaşın
kazanılmasında silahlı mücadele kadar yararlılık göstermiştir. İstanbul’un
işgal altında olduğu ve İstanbul gazetelerinin sansürle boğuştuğu yıllarda
Anadolu basını var gücüyle ulusal direnişi örgütlemiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk tarafından
“Gazi Basın” olarak taltif edilmiştir.
Hâkimiyet-i Milliye (Ankara), İrade-i Milliye (Sivas), Hukuk-u Beşer
(İzmir), Öğüt (Afyon), Ses (Balıkesir), Yeni Adana (Adana), Babalık (Konya),
İstikbal (Trabzon), Anadolu (Antalya), Albayrak (Erzurum) gibi gazeteler
Kuvay-ı Milliye yanlısı bir politika izlemişlerdir. Milli Mücadeleye karşı olan
gazeteler ise; İrşad (Balıkesir), Köylü (İzmir), Ferda (Adana), Hatif
(Eskişehir), Selamet (Trabzon) vs…
Öymen, Milli Mücadele
döneminde basının önemini şu şekilde aktarmıştır: “ Mütareke basınının yüz
kızartıcı yayınları onlara da ulaşıyor ve halkın bu yola fikren
zehirlenmesinden büyük üzüntü duyuyorlardı. Bir şeyi daha anlamışlardı:
Böylesine büyük bir Milli Mücadele ’ ye atılırken mutlaka onların görüşlerini
ve hedeflerini halka anlatacak bir basın olmalıydı ”
0 Yorumlar