TÜRKİYE’DE YEREL BASININ GELİŞİMİ(1860-1923) - Hempa Entelekya

TÜRKİYE’DE YEREL BASININ GELİŞİMİ(1860-1923)

 Türkiye’de yerel basının gelişimini cumhuriyet öncesi, cumhuriyet sonrası (1980 öncesi) ve 1980 sonrası olarak üç alt başlıkta ele almak gerekir. Bugün size cumhuriyet dönemi öncesi yerel basından bahsedeceğim.

Osmanlı’da gazetecilik faaliyetlerinin başladığı dönem, Batı’da yaşanılan gazetecilik pratiklerinden daha farklı bir sürecin ve ihtiyacın sonucu olmuştur. Avrupa’da gazeteciliğin ortaya çıkışı, tarihsel-toplumsal bir sürecin ürünü ve siyasal sisteme halkın katılımının bir sonucu olurken; Osmanlı’da devletin yapılanması içinde bürokratik mekanizma ile iletişim kurulması, onların eğitilmesi ve ilerleyen süreçte “halk”ın yaratılması için kullanılmıştır. İlk gazete olan Takvim-i Vekayi ve yerel basının kurulmasına öncülük eden vilayet gazeteleri, ihtiyaç duyulan yeni toplumsal örgütlenme biçimine uygun bir iletişim sisteminin parçası olarak tasarlanmış; hükümet bildirilerini ve kararlarını uzak vilayetlere ulaştırmak amacını asli görev olarak yerine getirmeye çalışmıştır.

Amaç üst düzey yöneticilerin yeni düzenlemeleri öğrenmelerini sağlamak olmuştur. Osmanlı’da basının Batılı anlamda işlev görmesi ve devletten bağımsız olarak ortaya çıkması ancak 1860’tan sonra olmuştur. Hatta Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma süreci, basının önemli katkılarıyla hayata geçirilmiş; basın politik olduğu kadar, kültürel alanda da özgürlüğün, demokrasinin ve açık toplum olma özleminin en büyük destekçisi olmuştur.1908 yılında 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle birlikte bu durum devam etmiş; gerek yerel gerekse ulusal gazetelerin sayısında önemli bir artış görülmüştür. Yerel ve ulusal basın, tek düzelikten kurtulmuş ve devlet baskısının çok az olduğu düşünce platformlarına dönüşmüştür.

İlk defa 1 Ocak 1865ʹte bugünkü Türkiye sınırları içinde yayınlanan gazetelere izin alma zorunluluğu getirildiği görülmektedir. İstanbulʹda Osmanlı uyruklular için Eğitim Bakanlığı’na, yabancı uyruklular için Dışişleri Bakanlığına başvurarak izin alınması istenildiği bilinmektedir. Diğer illerde, yani eyaletlerde ise başvuruların valiliklere yapıldığı, ancak o dönemde valilerin izin verip vermeme haklarının bulunmadığı görülmektedir.

 

Abdülaziz’in tahttan indirildiği dönem, basın için geçici bir özgürlük ortamı oluşturmuşsa da “Basın Kanun Dairesinde Serbesttir” denilerek basının kanunlar çerçevesinde özgürlüğüne müsaade edilmiştir. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi de basının belirlenen kanunlar ve hükümetin çizdiği çizginin dışında hareket emesine imkân vermemiştir.

 

Türk Basın Tarihi’nde Abdülhamit dönemi, baskılar ve yasaklar dolayısıyla basının en karanlık dönemi olarak kabul edilir. Padişahın Birinci Meşrutiyet’in ilk aylarında basınla ilgili alınmasını istediği önlemler, onun müdahaleci yapısını göstermektedir. Ayrıca 20 Eylül 1877’de yayınlanan Sıkıyönetim Nizamnamesiyle gazeteleri kapatma yetkisini eline aldığı da bilinmektedir. Abdülhamit dönemi basın için özetlenecek olursa: sansür, yasaklar, kapatmalar, gazetecilere çıkarlar sağlanması, yabancı basının satın alınması, yabancı ülkelerle haberleşmenin engellenmesi gibi başlıklar sayılabilir.

Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen sansür memurlarının gazetelerin içeriklerini değiştirmek için birçok yetkisi vardı. Devletin kurduğu baskı politikası nedeni ile sansür memurları gazetelere giderek yanlarında herhangi bir değişiklik yapma hakkına dair devlet yetkisine dayanan gösterebilecekleri belge olmamasına rağmen içeriklere müdahale etmekteydi. O dönemde 3 farklı türde uygulanan sansür tipi vardır. Bunlardan ilki Türkçe ve azınlık dilleri ile uygulanan sansürdür. Gazetelerin yazı işleri müdürleri gazeteler baskıya çıkmadan bir gün önce tüm haber içeriklerini Sansür Kurulu’na yolluyor, sansür kurulunda gerekli görülen değişiklikler yapılarak içerikler yeniden gazetelere yollanmakta ve bu şekilde baskıya çıkmasına izin verilmekteydi. İkinci sansür uygulaması yabancı dillerde basılan veya diğer ülkelerde basılarak Osmanlı Devleti sınırları içerisinde satılan gazetelere yönelikti. Bu gazetelerden sorumlu olan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü ve ortak çalışma yürüttükleri Milli Eğitim Bakanlığı görevlileri, diğer ülkelerden satılmak üzere gelen yabancı dildeki gazeteleri gümrükte denetlemekte, uygunsuz görmeleri halinde devlet sınırları içerisinde sokmama hakkını elinde bulundurmaktaydı. Üçüncü sansür uygulaması yabancı ya da yerli basım kitaplara yönelik gerçekleşmekteydi. Döneme ait tarihi araştırmalarda saray başkatibi Serkatibi Hazreti Şehriyari Tahsin tarafından Matbuat Müdürlüğü’ne gönderilen 9 maddelik yazılı emirde açıkça basında çıkan haberlerin tamamen devletin çıkarları doğrultusunda olması gerektiği ifade edilmekteydi.

  

Meşrutiyetin ilk günlerinde İstanbul basınını temsil eden İkdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinin halk tarafından da tutulduğu görülmektedir. O günlerin aşırı özgürlük havası içerisinde baskı makinelerinin bütün gün çalıştığı, basılan gazetelerin daha matbaadayken halk tarafından kapışıldığı bilinmektedir.


31 Mart olayından sonra 28 Nisan 1909’da Mebusan Meclisi’ne basının özgürlüğünü kısıtlayıcı yeni bir kanun tasarısı getirildiği görülmektedir. Bu tasarı çok geniş tepkilere yol açsa da 14 Temmuz 1909’da kabul edilmiştir. 1931 yılına kadar yürürlükte kalan kanunun, gazete çıkarmak için önceden ruhsat alma zorunluluğunu ortadan kaldırsa da sonrasında basın özgürlüğünü her yanıyla sınırladığı ve bir baskı rejimine yöneldiği anlaşılmaktadır.

 

Günümüze kadar yayın hayatını sürdürmeyi başarmış yerel gazetelerin en eskileri ise 1895 yılında kurulan Yeni Asır ve 1918 tarihli Yeni Adana gazetesidir. Yine, Antalya (1922), Yeşilyurt (Trakya / 1925), Yeşil Giresun (1925) gibi gazeteler de mazisi oldukça eski olan yerel gazetelerdir.

Yerel basının, Türk basın tarihine damga vurduğu yıllar ise milli mücadele dönemleridir. Anadolu basını, Milli Mücadele yıllarında bütün bir ülkeyi örgütlemiş ve savaşın kazanılmasında silahlı mücadele kadar yararlılık göstermiştir. İstanbul’un işgal altında olduğu ve İstanbul gazetelerinin sansürle boğuştuğu yıllarda Anadolu basını var gücüyle ulusal direnişi örgütlemiştir.  Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Gazi Basın” olarak taltif edilmiştir.   Hâkimiyet-i Milliye (Ankara), İrade-i Milliye (Sivas), Hukuk-u Beşer (İzmir), Öğüt (Afyon), Ses (Balıkesir), Yeni Adana (Adana), Babalık (Konya), İstikbal (Trabzon), Anadolu (Antalya), Albayrak (Erzurum) gibi gazeteler Kuvay-ı Milliye yanlısı bir politika izlemişlerdir. Milli Mücadeleye karşı olan gazeteler ise; İrşad (Balıkesir), Köylü (İzmir), Ferda (Adana), Hatif (Eskişehir), Selamet (Trabzon) vs…

 

Öymen, Milli Mücadele döneminde basının önemini şu şekilde aktarmıştır: “ Mütareke basınının yüz kızartıcı yayınları onlara da ulaşıyor ve halkın bu yola fikren zehirlenmesinden büyük üzüntü duyuyorlardı. Bir şeyi daha anlamışlardı: Böylesine büyük bir Milli Mücadele ’ ye atılırken mutlaka onların görüşlerini ve hedeflerini halka anlatacak bir basın olmalıydı ”

                        Hasan Sezgin KARABULUT

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar