Bir meyhane düşünelim; içersinde her telden insan barındıran, bol ama kısık ışıklar ile donatılmış, ahşaptan yapılmış duvarlarında çokça insanın anısına yer vermiş, birbirinden eşsiz ezgilerin orada bulunan insanların kahkaha sesleri ile harmanlanarak duyulduğu, masada oturan bir kimse ile bir başka masada oturan bir kimsenin göz göze geldiğinde beden hareketiyle ya da kadehi ile selamlaştığı ve tabiki, içerisinde bolca anason kokan bir meyhane..
Şimdi, o meyhanenin içinden bir hikâye düşünelim; Ölümün hemen yanı başımızda hissedildiği, özgürlüğün yarınlara ertelenmediği, yaşamanın basitçe algılanmadığı ve tabiki, içerisinde bolca anason olan bir hikâye..
Şüphesiz ki, nice kimseler nice durumlarda orada yahut farklı bir meyhanede bulunmuştur. Ve yine şüphesiz ki bazı kimseler, orada bulunmayan kimselere de dokunmuştur. Fakat aralarından çok azı, ölüme bile meydan okumuştur.
Şimdi, o meyhanenin içinden bir hikâye düşünelim; Ölümün hemen yanı başımızda hissedildiği, özgürlüğün yarınlara ertelenmediği, yaşamanın basitçe algılanmadığı ve tabiki, içerisinde bolca anason olan bir hikâye..
Şüphesiz ki, nice kimseler nice durumlarda orada yahut farklı bir meyhanede bulunmuştur. Ve yine şüphesiz ki bazı kimseler, orada bulunmayan kimselere de dokunmuştur. Fakat aralarından çok azı, ölüme bile meydan okumuştur.
Tarih 26 Mart 1981’i göstermektedir. İçlerinde Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın, Tomris Uyar’ın, Can Yücel’in, Edip Cansever’in ve daha nice hikâyesi, gönlü, muhabbeti ve tabi ki kafası güzel insanın bulunduğu bir grup, Beyoğlu’nda sonrasında yanıp günümüze ulaşamayacak olan Krepen Pasajında bulunan, Neşe adlı meyhanede buluşurlar.
Masada bulunan kişiler bu isimler olunca doğal olarak meyhanede şiirler, şarkılar, hikâyeler havada uçuşur. Çok geçmeden, bir tanıdıkları olan, Tombalacı İsmet de ortama dahil olur. Masaya oturur ama morali bozuk gibidir. Bu durumun farkına varan İsa Çelik, “İsmet neyin var ? Bir ölük hâlin var. İyi misin?” diye sorar. Bu sırada Tomris Uyar, belki de ölük kelimesine takılarak, bir rakı şişesi ister ve, “İsmet önümüzdeki yıl bugüne kadar bu rakıyı muhafaza edeceksin ve önümüzdeki yıl bu rakıyı burada açıp içeceğiz” diyerek şişeyi İsmet’e uzatır. Tombalacı İsmet’in rakıyı akşamında içip sonrasında farklı bir rakı şişesini getireceğini düşünen İsa Çelik, şişeyi orada bulunan herkese imzalatır ve “Ölmeme Günü” diye de ekleyerek şişeye yapıştırır. Sonra da şişeyi İsmet’e verir.
Ertesi yıl aynı kişiler, aynı meyhanede buluşurlar ve gelenekselleşen “Ölmeme Günü” böylece başlamış olur.
1981’de başlayan gün, 1985’te altıncı rakı şişesinin İsa Çelik’e emanet edilmesiyle son defa kutlanır. Çünkü o buluşmadan sonra masadan bir kişi eksilecektir; Turgut Uyar…
Ertesi yıl aynı kişiler, aynı meyhanede buluşurlar ve gelenekselleşen “Ölmeme Günü” böylece başlamış olur.
1981’de başlayan gün, 1985’te altıncı rakı şişesinin İsa Çelik’e emanet edilmesiyle son defa kutlanır. Çünkü o buluşmadan sonra masadan bir kişi eksilecektir; Turgut Uyar…
Son olarak, Cemal Süreya’nın, belki de o masada düşündüğü ya da söylediği, bir sözüyle bitirmek istiyorum; “Ertesi gün için bir şey diyemem ama rakı içtiğin gün ölmezsin.”
0 Yorumlar