Sivri Ada, Marmara Denizindeki en küçük adalardan birisidir. Adını Piramitlere olan benzerliği nedeniyle almıştır. Eski adı, yine “Sivri” anlamına gelen, Oxia’dır. Denizin derinliğinden yükselen bir tepenin, denizin üzerindeki uzantısıdır.
Antik çağlarda, inzivaya çekilmek isteyen keşişlerin rağbet noktası olan Sivri ada, Bizans Döneminde ise bir sürgün adası olarak kullanılmıştır. Tarih sahnesinde, önceleri sevilmiş, daha sonrasında ise korku duyulmaya başlanmış olan bu ada, ne yazık ki, daha da kötü bir geleceğe gebe kalmıştır.
1910 yılının kavurucu bir haziran ayıdır. Sıcağın etkisini azaltmak isteyen halk evlerine çekilmiş, bazı esnaflar iş olmaması nedeniyle dükkan açmayı bırakmış ve hatta çocuklar, oyun oynayabilecek derman bulamayacak hâle gelmişlerdir. Tabi ki, şehir tamamen boşalmamıştır. Fakat sokaktaki insanlar ve o dönemlerde sokağın asıl sahibi sayılan hayvanlar suskunluk sözü vermişcesine oldukları için, İstanbul sokaklarını derin bir sessizlik kaplamıştır. Lakin bu sessizlik, ne yazık ki, fırtına öncesi olanıdır.
Dönemde tüm Avrupa ülkelerince Osmanlı halkının hayvanlara olan sevgisi bilinmektedir. Dünya’nın dört bir yanından gelen gazeteci ve yazarlar, İstanbul sokaklarındaki insan-hayvan birlikteliğini imrenerek yazılarına taşımışlardır. Çünkü o dönemde Avrupa’da, parfüm ve kimya sanayisi adı altında, hayvanlar, özellikle de köpekler, katledilmiş ve sokaklar “temizlenmiştir.”
Köpek popülasyonu gittikçe azalan Fransızlar, Osmanlı Devletine teklif götürmüş ve Osmanlı’da bolca olan köpeklerin toplatılıp kendilerine satılmasını istemişlerdir. Dönemin Siyasileri ise “Avrupaileşmek” düşüncesi ve para hırsı ile bu teklifi kabul etmişlerdir. Lakin halk bu duruma karşı çıkmıştır. Köpekleri vermemek için direnmiştir. Bunun üzerine hükümet, köpekleri toplama işini serserilere, eşkiyalara havale etmiş ve sokaklardaki tüm köpekler toplanarak, yaklaşık 80 bin köpek, Fransa’ya gönderilmek üzere Tophane’ye bırakılmıştır.
Halk, köpekleri kurtarmak için baskınlar düzenlemiş ve hatta, bir seferinde başarılı da olmuşlardır. Lakin Siyasiler, olayın peşini bırakmayarak köpekleri tekrar toplatmış, başlarına asker dikmiş ve kurtarmak isteyenlere de işkence ettirmiştir. Fakat aradan günler geçmesine rağmen Fransa’dan yükleme talimatı gelmemiştir. Köpeklerin beslenmeleri ve halk baskınları giderek daha da büyük sorunlar hâline gelmeye başlamıştır.
Hükümet yetkileri, Fransızlarla görüşmeler yapmış ancak sonuç alamamışlardır. Bu durum üzerine köpeklerin şehirden uzak bir yere taşınmasına ve bu yerin de Sivri Ada olmasına karar vermişlerdir.
Sivri Adaya götürülen 80 bin köpeğe bir süre daha bakılmış fakat Fransızlar tarafından anlaşma fesih edilince köpekler kaderlerine terk edilmiştir. Halk bir süre boyunca sandallarla yemek taşımıştır. Lakin, artık bu da imkansız hâle gelince, 80 bin köpek açlıktan ve susuzluktan, birbirlerini parçalayarak can vermişlerdir. Önce yavrular, sonra yaşlılar, daha sonrasında güçsüzler ve en sonunda ise hepsi yok olmuştur. Lakin bu süre boyunca İstanbul sahilleri, yok olmakta olan köpeklerin çığlıkları ile inlemiş ve ölenlerin kokularına kaplanmıştır.
Bugün gidildiğinde hâlen daha kemiklere rastlanılan Sivri Ada, hiç bir suçu olmamasına rağmen, “Hayırsız” olarak bilinmeye devam etmektedir. Oysa, bu vahşeti bir adaya yüklemek, hiç bir şeyi unutturmaz ve zaten, o adayı da suçlu kılmaz.
Aslında söylemek istediğim ve söylenecek birçok söz olmasına rağmen, Nietzsche’nin de dediği gibi,
“İnsan, en acımasız hayvandır.”
Yazılarımızdan anında haberdar olmak ve bizi desteklemek için abone olmayı unutmayınız.
0 Yorumlar